Yavaşca'nın 50.Sanat Yılı

Önceki gece, Atatürk Kültür Merkezi’nin Büyük Salonu tıklım tıklımdı; Dr. Alâeddin Yavaşca’nın hayranları, çok zengin ve duygu dolu bir gece yaşadılar. Büyük sanatkârın “50. Sanat Yılı” dolayısıyla Türk Kültürüne Hizmet Vakfı tarafından düzenlenen ve bir barkovizyon gösterisiyle başlayan program, Doğan Dikmen yönetimindeki koronun ve genç solistlerin seslendirdiği Yavaşca imzalı eserlerle devam etti. Üçüncü ve son bölümde, 75 yaşında olmasına rağmen fevkalâde dinç görünen ve bir buçuk saat boyunca ayakta kalan Alaeddin Bey’i dinledik. Belki merak ediyorsunuz; üstâdın sesi güzelliğinden hemen hiçbir şey kaybetmemiş.

Alaeddin Yavaşca, zengin bir kültürü, duyuş, düşünüş ve yaşayış tarzını ümitsiz bir gayretle genç nesillere emanet etmeye çalışan son Osmanlılardan el almış az sayıdaki talihlilerden biri ve bu yönüyle belki de bir sanatkâr neslinin son temsilcisidir. Bu hükme, onun öğrenme aşkını, çalışma azmini ve dayanma gücünü düşünerek varıyorum. Şöyle de söyleyebilirim: Yavaşca olabilmek, bugünkülerin çoğundan asla beklenemeyecek bir fedakârlık ve sabır gerektiriyor. Hem öğrenirken, hem de öğrendiklerini icra ederken...

Üstâdla, 1995 yılında uzun uzun konuşmuş ve portresini yazmaya çalışmıştım. O gün anlattıklarından kullanmadıklarım hâlâ bilgisayarımdadır. Bu yazıyı yazmak için ilgili dosyayı bakarken dikkatimi çeken bir paragraf ne demek istediğimi çok iyi anlatıyor. İstanbul Radyosu’nda görev yaparken Haseki Hastahanesi’nde de jinekoloji ihtisasına devam eden Alaeddin Bey, yirmi dört saat bağlanılması gereken ve ihmali asla affetmeyen bu iki mesleği hiç hata yapmadan birlikte yürütebilmek için nasıl insanüstü bir gayret sarf ettiğini şöyle anlatmıştı:

“Hiç unutmam, Cevdet Çağla’nın jübilesi var. Açıkhava Tiyatrosu’ndayız ve smokin giymişiz. Tam sahneye çıkacağız. koşa koşa birisi geldi, ‘Hastahaneden arıyorlar, bir hasta varmış, derhal müdahale gerekiyormuş, sizi bekliyorlar’ dedi. Durumu Çağla’ya anlattım. ‘Ben gideyim, yerimi değiştir, dönerim’ dedim. Gidip ameliyatı yaptım, temizlendim, giyindim, döndüm, sahneye çıktım. Ömrüm böyle geçti. İhtisas yaparken saat 16.00’ya kadar klinikteydim. Dörtten sonra çıkardım, radyoya giderdim. Radyoda gece çalışırdım. Başlangıçta öğlenleri neşriyat yoktu. canlı neşriyat vardı. Ne plak, ne bant var. Yani sanatkâr gelmezse, o boşluğu hiçbir şeyle doldurmak mümkün değildi. O günlerde ben ve Ârif Sami Toker, müzik yayınlarının namusu idik. Aramızda görev bölümü yaptık. Bir gece ben, bir gece Toker bekliyoruz. O zamanın meşhur assolistleri, Müzeyyen Senar, Perihan Altındağ, Safiye Ayla, Hamiyet Yüceses.. hepsi seans alıyordu. Seans kırk beş dakika. Bunlar ciddi bir müessesede çalışma disiplinini de almamışlar. Sorumluluk yok. Haber de vermezlerdi. Yirmi dakika kalana kadar beklerdik. Ondan sonra hemen kütüphaneye, ne nota bulursak alırız, doğru mikrofona. Alelacele bir provayla o kırk beş dakikayı doldururduk. Mesut Cemil geldikten sonra bize sözleşmeli kadro yaptı. Koroya giriyorum, fasıl yapıyorum. Bir de Refik Fersan’la beraber, Leon Hancıyan koleksiyonundan Hamparsum notasıyla yazılmış eserleri tarıyor ve kullandığımız notaya aktarıyoruz. Sonra mumlu kâğıda da ben yazıyorum, teksir etmek için. O zamanki şaporatla, eterle ben yazıyorum. Sabahleyin hastahanede eter narkozu veriyorum. Akşam gidip onları basıyorum, eter kokluyorum. Yemek memek imkânı yok, çünkü gözlerim kapanıyor. Öyle çalışıyordum”.

Ömrünü böyle inanılmaz bir çalışma temposuyla sanatına ve mesleğine adayan Alâeddin Yavaşca, seçkin bir besteci, bağlı olduğu meşk zinciri bir koldan Dede’ye, bir koldan Kazasker’e, bir koldan da Enderunî Ali Bey’e uzanan ve sesiyle tavrında bütün bir geçmişi bugüne taşıyan kudretli bir icracı ve hoca olarak kelimenin asıl mânâsında bir “âbide şahsiyet”tir.

Aziz üstâda uzun bir ömür diliyorum. Kadirşinaslığından ötürü Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’da takdir ve teşekkürlerimizi fazlasıyla hak ediyor.

Zaman, 24 Ekim 2001
Beşir Ayvazoğlu