BABAM, BEN ve ALAEDDİN YAVAŞCA
Rahmetli babamın sayesinde çocukluğumu, Türk Musikisi’yle ilgili alabildiğine geniş malzemeyle dolu bir evde geçirdim; kitaplar, ansiklopediler, dergiler, plaklar ve resimler… En eski yıllara ait hatıralarımın ilk görüntülerini şu film şeridi oluşturdu: Günde en az 18 saat çalışan babam, ne kadar yorgun ve saat kaç olursa olsun, eve geldiği zaman, “Hacı Arif Bey” adını verdiği pikabına yerleştirdiği bir plağın eşliğinde, ya Yılmaz Öztuna’nın Türk Musikisi Ansiklopedisi’ni veya Türk Bestecileri Ansiklopedisi’ni, yahut da Mustafa Rona’nın 50 Yıllık Türk Musikisi adlı biyografik kitabını bilmem kaçıncı defa hatmederken uyuyakalırdı.
Babam, o kitapları defalarca okumakta ne bulurdu? Okuduğu biyografilerde bazı satırların altlarını niye çizerdi? Yıllar sonra dikkat ettim ki, o altı çizili satırlar, hayat maceralarından daha fazla etkilendiği kişilere ait biyografilerdeydi. Alaeddin Yavaşca ile ilgili sayfalarda ise altı çizilmemiş bir satır yok gibiydi.
Günün birinde bu merak beni de sardı. Babamın izlerinden yürüyerek başladığım okuma yolculuğum yaklaşık 40 yıldır hala devam ediyor. Alaeddin Yavaşca ile ilgili ilk hatıralarım, bu okumalarla başlar. Çeşitli dergi, kitap ve kupürlerdeki beyaz hekim önlüğüyle gülümseyen yüzünün zihnime yer edişi, okul öncesi yaşlarımda başlar. O kitaplarda “kanarya sevgisi”nden, “Talimhane’deki muayenehanesinden”, “Üniversite Korosu’ndaki musiki macerasından” bahsedilen Alaeddin Yavaşca, çocuk dünyamda yer eden kahramanlardan biri olmuştu; tıpkı babamın kahramanlarından biri olduğu gibi.
Çocukluğuma ait ses dünyasının dekorlarından birini, babamın dinlemekten hiç bıkmadığı, bu vesileyle dinleye dinleye benim de ezberlediğim birçok plağın arasındaki Alaeddin Yavaşca’nın plakları oluşturdu. Bu plaklar sayesinde Alaeddin Yavaşca, yüzünü hiç görmememe rağmen sanki evimizin içinden biri gibi yakınımdaydı. Hissederdim ki, sanki bir gün karşılaşacak ve uzun süre ayrı kalmış akrabalarmış gibi, ünsiyetimiz kuvvetli bir geçmiş temeli üzerinde devam edecekti.
Yıllar sonra bir gün, 1981’de, üniversite öğrenimi için Bafra’dan İstanbul’a geldim. Bir zamanlar onun da içinde yer aldığı Üniversite Korosu’na katıldım. Bunu babama büyük bir heyecanla bildirmiştim. “Alaeddin Yavaşca’nın da şarkı söylediği Üniversite Korosu” diye vurguladığımda, babamın sesinde beliren sevinç tonunu hiç unutamam.
Ama kıymetli hocamı kanlı canlı haliyle ilk defa görebilmek için yedi yıl kadar daha beklemem gerekecekti. Onu ilk defa yakından, 1988 yılının Şubat ayında, Zincirlikuyu Mezarlığı’nda, Cevdet Çağla’nın cenaze merasiminde gördüm. O sıralar galiba başhekimlik görevinden dolayı olsa gerek, siyah bir makam arabasından inmişti. Hafızamdaki ilk canlı fotoğrafı o arabadan inişi, şık paltosu ve fötr şapkasıyla son derece üzgün bir ifadeyle cemaate karışmasıydı.
Zamanla hiç hesaplamadığım bir şey oldu ve amatör bir hevesle ilgilendiğim müzik, mesleğim haline geldi. Böylece Hoca ile meslekdaş dahi olduk ve yollarımız kesişti. Çeşitli TV’lerde yaptığım birçok programa davet ettiğim “kahramanımla” birlikte şarkı bile söyledim! Bu manzarayı, maalesef ki henüz 45’indeyken kaybettiğim babam dünya gözüyle göremedi. Bundan duyduğum üzüntüyü, bulunduğu alemden hissetmiş olacağına dair inancın verdiği teselli biraz olsun hafifletebildi.
Bu kadarla kalmadı. Önce babamı, sonra da beni derinden etkileyen Alaeddin Bey’in sanat hayatıyla ilgili en geniş sesli yayını gerçekleştirme şansı bir gün elime geçiverdi. Ki, bütün meslek hayatım boyunca yapabilmeyi hayal ettiğim birkaç önemli “gerçek iş”ten biriydi. “Dünden Bugüne Alaeddin Yavaşca” adlı külliyat… ‘Eski Devir Bahçeleri’, ‘Şarkın Rüzgarları’, ‘Bir Meş’aledir’ ve ‘Aldığını Vermek’ adlarını taşıyan 4 CD’den ve bir kitaptan oluşan büyük bir arşiv çalışması… Birincisinde klasik formlarda eserleri; ikincisinde klasik dönem şarkılarını; üçüncüsünde kendilerinden meşk ettiği hocalarının eserlerini ve sonuncusunda da kendi bestelerini seslendirdiği; yani “Bütün sanat cepheleriyle Alaeddin Yavaşca” diyebileceğimiz dev bir yayın…
Türk Kültürüne Hizmet Vakfı adına gerçekleştirdiğim bu çok önemli yayından bir süre önce ise, Kilis Vakfı adına başka bir yayın gerçekleştirmiş ve Hoca hakkında, 2 CD, 1 VCD ve 1 kitaptan oluşan başka bir külliyatı yayınlamıştım. En son olarak ise Türk Musikisi Vakfı adına yayınladığım “2001 Yılında Alaeddin Yavaşca / Enginde Yavaş Yavaş” adlı albümle, Alaeddin Yavaşca ismine ait bütün önemli sesli yayınlarda bir katkım bulunmuş olduğu sonucuyla büyük bir bahtiyarlık duyuyorum. Sanıyorum ki musiki yolculuğumda başka hiçbir şey yapmamış olsaydım dahi, sadece bu yüzakı yayınlar, günün birinde “Ben bu musiki için ne yaptım?” hesaplaşmasına yeter de artardı.
Maalesef ki yüzyüze hiç öğrencisi olamadım. Ama sesiyle, tavrıyla, duruşuyla, yazdıklarıyla, anlattıklarıyla ve yıllar içinde elde ettiğim yüzlerce ses kaydıyla, o hiç farkında olmasa da hep öğrencisiydim. Geride bıraktığı her ayak izi, yolumu bulmamda en önemli kılavuzlarım oldu. Kendi hayatım ve dünyam, Hoca gibi üstadların hayattaki büyük formasyonlarına iyi bir örnek teşkil eder. Kimbilir benim gibi kaç kişiyi yetiştirmişlerdir ama farkında değildirler. Bir arı gibi… Arı bal yapar ama o baldan kimin yiyeceğini bilmez. O sadece yaradılışının gayesine uygun olarak üretir. Alaeddin Yavaşca gibiler de öyle değil midir? Hatta koca bir ömür boyu, babam gibi birilerinin hayatlarına tesir ettiklerinin farkında olmazlar. Babam gibiler şanssızdırlar; zira hayatlarını derinden etkileyen kahramanlarıyla bir kere bile yüzyüze gelemeden göçüp giderler.
Benim ne kadar şanslı olduğum ise işte bu noktada ortaya çıkıyor: Sevgili hocamla tanıştım. Elini öptüm. Sevgisini kazandığımı hissettim. Bir rüyanın gerçekleşmesi gibi, beraber şarkı dahi söyledim. Saatlerce konuşturdum ve anlattıklarını kaydederek ciddi bir sözlü tarih çalışması yaptım. Ve sanat hayatının en geniş çaplı sesli yayınlarında, ne mutlu ki, önemli bir katkım oldu.
Daha ne olsun? Bu onur, babamın şanssızlığını bile izale etmeye yetiyor ve ruhunu şad ediyor aslında.
Sağolun ve varolun sevgili hocam. Sayenizde, babamın bana, sırf sizinle kesişen yolumuzu kastederek, “İyi ki geride senin gibi bir evlat bıraktım” diyen sesini ve sevgisini, onu kaybettiğim 21 yıldan beri her an yüreğimin derinlerinde en canlı şekilde duyuyorum. Çünkü ortak noktamız sizsiniz.
Biliyor muydunuz?
Mehmet GÜNTEKİN