İlk yedi yaşında tanıdım hocamı. Siyah beyaz bir filmde o billur sesiyle şarkılar söylüyordu. Çocuk olmama rağmen öylesine ilgimi çekmiş ve etkilemişti ki beni kim olduğunu okumak için filmi sonuna kadar beklemiştim. İşte Alâeddin Yavaşça ismi o gün kazınmıştı zihnime.

1994 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğrenci Korosunu çalıştırırken, tıp bayramında hocanın eserlerini programa koydum. Bir ihtimal gelir diye de davet için konservatuara gittim ve odasını buldum. İçeride ders vardı ve hoca bütün ihtişamıyla koridorları gümbür gümbür inletiyordu. Ne görkemli ve ne ilahi bir sesti o.

Bir ömür o kapının önünde bekleyebilir ve bir ömür hocayı dinleyebilirdim.

Onun öğrencisi olmak ne büyük bir nimetti. Onun önünde meşk etmek ne büyük bir nasip ve ne büyük bir şerefti. Keşke ben de o sınıfta olsam, ben de önünde diz çöksem ve ben de o feyz menbaından kana kana içsem diye geçirdim içimden.

Ders bitti ve hemen hocanın yanına gidip elini öptüm. Kendimi tanıttım. “Hocam tıp bayramında eserlerinizi seslendirmek istiyoruz. Lütfedip gelir misiniz?” diye sordum. Hoca o mütebessim ifadesiyle “tabi inşallah” dedi. Davetiyeyi bırakıp müsaade istedim.

Müthiş bir coşkuyla ayrıldım oradan. Yüce musikimizin en büyük çınarlarından birinin elini öpme, yüzünü görme, sesini dinleme mutluluğuna erişmiştim.

Konser günü gelmiş, Cerrahpaşa Oditoryumu hınca hınç dolmuştu. Ama benim gözlerim o kadar kalabalığın arasında yalnızca hocamı arıyordu. Bir yandan “hoca herhalde bu kadar işinin arasından fırsat bulup da gelemez” diye umutsuzlaşıyor, bir yandan da “kim bilir belki de gelir” diye ümitleniyordum. Artık gelmez diye düşündüğüm bir anda hocam salona giriverdi. İnanın o an, hayatımda en mutlu olduğum anlardan biridir.

Hocanın gelmesi büyük sükse olmuştu koromuz için. Eserleri başarıyla seslendirmiş ve hocanın da övgülerine mazhar olmuştuk. Unutulmaz bir konserdi.

Yıllar sonra Ahmet Rasim Küçükusta’nın ve Cengiz Solakoğlu’nun tertip ettikleri musiki meclislerinde hocayı daha yakından tanıma ve dinleme imkânına kavuştum. Her icrasını bir daha yakalanamaz bir fırsat bilip büyük bir titizlikle takip ettim. Nasıl nefes alıyor, nefesini ve bedenini nasıl kullanıyor, nüansları nasıl veriyor pür dikkat inceledim. Ondan gördüklerimi uygulamaya çalıştım. Albümlerini defalarca dinledim.

Türk musikisini iyi icra etmek isteyen herkesin onu mutlaka dinlemiş ve özümsemiş olması gerekir.

Tanburi Cemil’in Türk musikisine sazıyla yaptığı hizmeti Alâeddin Hoca sesiyle yapmıştır. Bence o sözlü icrada zirvedir.

Sevgili Hocam!

Sen ki Meragilerden, Hafız Postlardan, Dedelerden, Tanburi İsaklardan, Zeki Ariflerden, Saadettin Kaynaklardan bugüne gelen “meşk” zincirinin son halkasısın…

Sen ki feyz-i musikinin deryasısın…

Sen ki velinimetimizsin, üstadımızsın, hocamızsın…

Ne desek azdır senin için, ne yapsak azdır yaşattıkların için ve ne yazsak azdır seni anlatmak için…

Senin öğrencin olmak, seni tanımış olmak, senin yolunda olmak, seni bizatihi dinlemiş olmak büyük bir saadet kaynağıdır.

Allah ömrünüze bereket, vücudunuza kuvvet versin ve eksikliğinizi göstermesin.

Ellerinizden öpüyorum…

Dr. Adnan  Çoban