Ben Alaeddin Yavaşca Hoca’ yı ilk olarak, musikiye ilgi duymaya başladığım ortaokul çağlarında, babamın bana aldığı Rahmi Kalaycıoğlu’ nun Türk Musikisi Bestekarları Külliyatından tanımıştım. O senelerde Laleli’ deki evimizde konu komşu toplanır kendimizce fasıllar yapardık. Rahmetli dedem ud, babam keman, ben de darbuka çalardım. Sonra ben de uda heves ettim; orta ikinci sınıfı bitirdiğim sene bana bir zenne ud alındı ve nota da öğrenerek çalmaya başladım.

O dönemde temiz nota bulmak çok zordu. Teksir notalar genellikle silik olur okunmazdı. Dünya gazetesinde haftanın bir günü –sanıyorum cumaları- musiki sayfasında çıkan notaları nasıl heyecanla bekler, keser dosyalar saklardım. Sonra Beyazıt’ ta Şamlı İskender Müzikevi’ ni keşfetmiştim. Harçlığımı biriktirir ve bir nota alacak kadar olduğunda koşarak oraya giderdim. Feriköy’ deki evinde iki haftada bir fasıl düzenleyen Mirat Ustaoğlu’ nun ozalitle çoğalttığı birkaç fasıl notasına da sahip olmuştum, ama en çok  içinde yüzlerce nota olan ve bugün de kütüphanemde titizlikle sakladığım Kalaycıoğlu’ nun bu 30 fasikülü benim en kıymetli hazinem idi. Mustafa Nafiz Irmak’tan Arif Sami Toker’e kadar kimler yoktu ki bu külliyatta.

Alaeddin Yavaşca’ nın ‘Şen gözlerinle yüzüme bir baktın’ ile başlayıp ‘Ne günah etse açılmaz iki gönlün arası’ ile ‘Boğaziçi şen gönüller yatağı’ ile devam eden fasikülü elimden düşmezdi hiç. 30 fasikül içinde en yıpranmışı bu idi. En çok da ‘Nerde o günler nerde, yarim, cananım nerde’ şarkısına vurgundum. Babam ve dedem nota bilmezler, kulaktan duydukları gibi çalarlardı. Bilmedikleri bu şarkıyı notasından çalışıp öğrendiğimi ve onlara da gururla öğrettiğimi dün gibi hatırlıyorum.

İşte, önce bu külliyat sayesinde tanıdığım ve sevdiğim Alaeddin Hocayı radyoda, sonraki senelerde siyah-beyaz televizyondaki konserlerinde çok dinledim, ama kendisi ile şahsen tanışmak bundan 15 sene kadar önce İstanbul Erkek Liseliler Derneği’ nin bir toplantısında kısmet oldu. Hoca da bizim lisenin mezunlarından idi. Sanırım Hoca da beni çok sevdi ki, o günden sonra bazen onun evinde bazen bizim evdeki musiki toplantılarında çok sık bir arada olduk.

Hoca ile birlikte olduğumuz zamanlar duyduğum mutluluğu ve heyecanı anlatacak kelime bulamıyorum. Türk Musikisine gönülden tutkun biri için, bu dünyada, onun dizinin dibinde mesela Dede’ nin şevk-efza yürük semaii ‘Ser-i zülfü anberini yüzüne nikab edersin’… Zeki Arif’ in saba şarkısı ‘Bir nigah et sen kahr ile bakma sen Allah aşkına’… ve daha nice eserini dinlemiş olmaktan daha güzel bir an olabileceğini düşünemiyorum.

Birkaç gün önce seksen ikinci yaşına adım atan Hocamıza ve değerli eşi Ayten Ablamıza Allah’ tan sağlıklı, mutlu nice seneler diliyorum.

Prof.Dr. Ahmet Rasim KÜÇÜKUSTA