Alaeddin Yavaşca ile San’ata Yolculuk A Latif Sener Her insanın farklı bir zamanı tüketiş biçimi var. Hepimiz bir mesleğin, bir meşguliyetin içindeyiz. Farklı kulvarlarda yürürüz. Kimimiz siyasi bir maceranın içinde, kimilerimiz hastalarla, inşaatlarla, projelerle, toprakla, ticarethanelerle, finansla… ömür tüketiriz.

Arada sanatkarlar olmasaydı, hele musiki diye bir şey olmasaydı, herhalde her bir bireyin diğerine benzemeyen bir zamanı tüketiş biçimi olurdu. Ama iyi ki onlar var. Besteleriyle, icralarıyla farklı dünyalarda birbirinden ayrı ömür tüketen milyonların gönüllerinde benzer duyarlılıkları her gün ve saat yeniden yaşatıyor, ortak duyarlılıkları yeniden ve yeniden üretiyorlar.


Söz konusu olan Türk musikisiyse oluşturulan ortak duyarlılıklar; kalabalıkları toplum, farklı bireyleri yurttaş haline dönüştürüyor, aynı ulusun mensupları olma bilincimizi her an güçlendiriyor demektir. Bu nedenle, Türk musikisinin her ustasına ulus olarak çok şey borçlu olduğumuzu düşünmüşümdür.

Alaeddin Yavaşca Türk Sanat Musikisinin büyük ustalarından biridir. O’na çok şey borçlu olduğumu düşünüyorum. Halen Türk Sanat Musikisi dinlemek temel tercihimdir. Aslında bağımlısı gibiyim. Bu tutku bende çocukluk yaşlarımda başlamış ve tüm ömrüm boyunca sürmüştür. Bu duyarlılığın bende oluşmasına en önemli katkıyı sağlayanlardan biri Alaeddin Yavaşça’dır. Sesi ve besteleri hep gönlümdeki güzel duyguları büyütmüştür. Bazen her bir eserini dinledikten sonra “ İşte yaşamak bu” demişimdir. Ne zaman “ Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok”, “ Başka söz söylemem aşktan yana ben”, “ Rüzgar kırdı dalımı ellerin günahı ne”, “ Senden uzak günlerim zindan oluyor”, “Ümitsiz bir aşka düştüm ağlarım ben halime”, “ Ağlar gezerim sahili sanki benimlesin”, “ Boğaziçi şen gönüller  yatağı”, “ Ne günah etse açılmaz iki gönlün arası” veya “ Ne bildim kıymetin, ne bildin kıymetim” gibi eserlerinden birini dinlesem, sanki Hocamız benim için bestelemişçesine anılarımda yolculuk yapmaya başlarım.

Önce sesiyle ve besteleriyle tanıştım. Sonra resimleriyle… Doğrudan  tanışmamız belki geç oldu ama etkiliydi… Başbakan Yardımcılığım sırasında, bazı sanatçı ve sanatsever dostlarımız aracılığıyla randevu alıp Beşiktaş’taki evine, ziyaretlerine gitmiştim. Gülümseme eksik olmayan yüzü, tatlı sohbetleriyle pozitif enerji yayıyordu etrafa… Eşleri Ayten Hanım’ın nezaketi, mükemmel ev sahipliği, karşılaştığım hoş ortamı daha da güzelleştiriyordu. Mutlu bir şekilde hakkında yazılmış ve kendisi tarafından hazırlanmış eserleriyle ayrılmıştık… O günü hiç unutamam…

Daha sonra Ankara’da yine Bakanlık görevim devam ederken bir Alaeddin Yavaşca konserinde, Hacettepe Üniversitesi’nin merkez kampüsdeki salonlarından birinde beraber olmuş, yoğun bir ilgiyle doya doya bir Yavaşca konseri izlemiştim. O konser akşamını da hiç unutamam… Ertesi gün Ankara Kalesi’nde mevcut lokantalardan birinde, sanatçı dostlarıyla birlikte aynı havayı birlikte teneffüs etmiştik. Her şey mükemmeldi. Böylesine ustalar meclisinde bir sanat sohbetine katılmamış olanlar, belki yaşamış da sayılmazlar. Sonra güftesi Rahmi Duman’a ait kendi bestesi “ Kimseyi böyle perişan etme Allah’ım yeter” adlı eseri sesinden dinlerken zaman su gibi akıp gitti… O günü de unutmak pek mümkün değil…

Onlarca ayrı makamda beş yüzün üzerinde beste… Ne yüce bir tutku, ne muhteşem bir cehd… Sanki Cumhuriyet Dönemi Türk Sanat Musikisi tarihi, Alaeddin Yavaşca’nın hayat hikayesi gibi… Türk tarihinin en büyük kazanımlarından olan Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarına yakın başlayan bu öykü, geleceğe de ışık tutuyor… Geleceğin musikişinaslarına, bestecilerine, solistlerine…

Daha nice yıllara, birlikte Yavaşca Hocam…    

Devlet Eski Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Abdüllatif ŞENER