Alaeddin Yavaşca 80 Yaşında
Dolmabahçe Sarayı, bu gece Alaeddin Yavaşca’nın ruhundan süzülmüş güzel nağmelerle dolacak. İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu, büyük sanatkârın 80. doğum yılını bir saygı konseriyle kutluyor. Geçenlerde “Yaşarken Hatırlanmak” başlığını taşıyan bir yazı yazmış, değer üretmiş insanları yaşarlarken takdir etmek gerektiğinden söz etmiştim. Bu konser, işte böyle bir kadirşinaslık örneğidir.
Mümkün olsa da, şuracıkta Alaeddin Bey’in renkli hayatını anlatabilsem. 1 Mart 1926 tarihinde, yani tam seksen yıl önce, Kilis’te bir “tekne kazıntısı” olarak dünyaya gelmiş ve öyle bir ağlama tutturmuş ki, susturabilene aşk olsun! Bir musiki meraklısı olan Yavaşcazâde Cemil Bey, tesadüf bu ya, o günlerde bir gramofon ve Tanburî Cemil Bey’in taş plaklarını satın alıp eve getirmiş ve küçük Alaeddin’in kendisini çıldıracak raddelere getiren viyaklamasını bastırmak için gramofona bir plak koymuş. Birden derin bir sessizlik! Kulaklarına inanamayan zavallı adam, plağı susturunca bacaksız yeniden viyaklamaya başlamış. Plak susunca o yaygarayı basıyor, musiki başlayınca susuyormuş.
Yani Yavaşcazâde Cemil Bey, adaşı Cemil Bey’in plaklardan taşan sihirli tanbur ve kemençe nağmeleri sayesinde dayanılmaz bir işkenceden kurtulmuş.
Bu, Alaeddin Bey’in musikiye kundakta başladığı anlamına geliyor.
Alaeddin Bey, çocukluk yıllarını, Kilis’te bahçesi yaseminlerle ve asmalarla bezeli bir bahçesi olan âsude bir evde yaşamış, musiki ve kuş sesleriyle iç içe… En zor eserleri bile bir iki dinleyişte ezberine alabiliyormuş. Sonra, Batı müziği eğitimi almış olmakla beraber Türk musikisini de seven ve öğrencilerine sık sık Sedat Öztoprak’ın Fahri Kopuz’la birlikte bestelediği Suzidil Saz Semâîsi’ni dinleten müzik öğretmeni Zihni Çelikalp tarafından keşfedilmiş. İlk ve ortaokulu Kilis’te okuduktan sonra Konya Lisesi, ardından İstanbul Erkek Lisesi ve bu lisenin efsanevî edebiyat öğretmeni ve neyzen Hakkı Süha Gezgin…
Hakkı Süha Bey sayesinde, kendini birden musiki hayatının ortasında bulan Alaeddin Yavaşca, İbnülemin’in Beyazıt’taki konağında yapılan meşhur pazartesi toplantılarına ve Dr. Çerçöp Sami Bey’in evindeki fasıllara da devam etmiş, bu evlerde, sadece ileri gelen musiki üstadlarını değil, musikiye meraklı bütün kalburüstü bilim adamlarını, bürokratları ve devlet adamlarını tanıma imkânını bulmuştur.
Erkek Lisesi’nden sonra İstanbul Tıp Fakültesi’ne giren Alaeddin Yavaşca aynı yıllarda Üniversite Korosu’nda da yer alır. İstanbul Radyosu, deneme yayınına o sıralarda başlar ve Ankara Radyosu’nda kısa bir süre önce verdiği konser geniş yankı uyandırdığı için İstanbul Radyosu’nda, çeşitli çevrelerin muhalefetine Üniversite Korosu’na ayda iki gün, kırkar dakikalık yayın verilir (1949). Programın yirmi beş dakikasını koro, son on beş dakikasını ise Alaaddin Yavaşca’nın solosu doldurmaktadır.
Yavaşca, radyo konserlerinin beklenmedik bir ilgi görmesi ve radyonun müzik yayınları şefi Cevdet Çağla’nın tavsiyesi üzerine girdiği imtihanı başarıyla vererek radyoda muntazam program alan bir solist olur. Bir yandan da son sınıfta geçtiği için Haseki Hastahanesi’nde, Ord. Prof. Dr. Tevfik Remzi Kazancıgil’in başında bulunduğu klinikte kadın doğum stajı yapmaktadır, yani nefes alacak zamanı yoktur. Yine de Nevzad Atlığ’la birlikte İbnülemin’in evindeki pazartesi toplantılarını hiç kaçırmaz.
Alaeddin Yavaşca, Mesut Cemil döneminde, İstanbul Radyosu’nun sözleşmeli sanatçıları arasına katılacak, böylece maddî problemlerini hallederek jinekoloji ihtisasını başarıyla -fakat birbirinden tamamen farklı iki iş arasında bölündüğü için olağanüstü bir çaba göstermek suretiyle- tamamlayacaktır. Özellikle radyonun canlı yayın döneminde görev yaptığı için son derece gerilimli bir meslek hayatı yaşayan Yavaşca, sesinin benzersiz rengi, icracılığı ve bestekârlığının yanı sıra, genişq musiki bilgisi, kanaryaları ve -bir koltukta birkaç karpuzu birden taşıması yüzünden- dalgınlığı ile de meşhurdur.
Zeki Arif Ataergin, Münir Nureddin Selçuk, Sadeddin Kaynak gibi önemli müzik adamlarından meşk eden ve özellikle son yıllarında Sadeddin Kaynak’ın çok yakınında bulunan Alaeddin Yavaşca’nın meşk silsilesi, bir yandan Dede Efendi’ye, bir yandan Kazasker Mustafa İzzet’e, bir yandan da Enderunî Ali Bey’e kadar uzanmaktadır.
Bu demektir ki, Alaeddin Yavaşca, bir eseri icra etmeye başladığı zaman, seçkin tavrında, bütün bir geçmiş, derinden derine ses veriyor.
Bu sesin daha nice yıllar “kendi gök kubbemiz”de yankılanmasını diliyoruz.
Halka ve Olaylara Tercüman, 16 Nisan 2006, Pazar
Beşir Ayvazoğlu