Meşk Silsilesi ve A.Yavaşca Konseri

Meşk, bir musiki eserinin bir üstat veya bestekar tarafından tedricen çalınıp okunmak suretiyle bir talebeye öğrettiği sistemin adı. Notanın ve ses kayıtlarının henüz olmadığı bir dönemde bunun ne kadar önemli bir öğretim yolu olduğu aşikardır. Yüzlerce yıl öncesine ait eserler bu meşk sistemi sayesinde günümüze kadar gelebilmiştir. Ayrıca, bir bestenin bazılarının nota işaretleri ile ifade edilmesi mümkün olmayan incelikleri, tavır-üslup kazanmak da meşk sayesinde mümkündür. 
 
Müzik direktörlülüğü Mustafa Doğan Dikmen’in yaptığı CRR Türk Müziği Topluluğu’nun “Meşk” isimli konseri son zamanlarda dinlediğim en önemli konserlerden biriydi.

Meşk, bir musiki eserinin bir üstat veya bestekar tarafından tedricen çalınıp okunmak suretiyle bir talebeye öğrettiği sistemin adı. Notanın ve ses kayıtlarının henüz olmadığı bir dönemde bunun ne kadar önemli bir öğretim yolu olduğu aşikardır. Yüzlerce yıl öncesine ait eserler bu meşk sistemi sayesinde günümüze kadar gelebilmiştir. Ayrıca, bir bestenin bazılarının nota işaretleri ile ifade edilmesi mümkün olmayan incelikleri, tavır-üslup kazanmak da meşk sayesinde mümkündür.

Bakın Alaeddin Hoca, Hasan Oral Şen tarafından kaleme alınan “Alaeddin Yavaşca” isimli eserde meşki nasıl anlatıyor:

“Hocanın önünde diz çökülür, meşk edilecek eserin usulü tekrar tekrar vurulur, hoca kendisi vurur, beraber vururlar ve böylece usul iyice yerleşirdi. Daha sonra eserin tek satırı usul vurmak suretiyle ezbere alınıncaya kadar çalışılır ve ikinci satıra da geçilmezdi. Hoca talebesine bir tek satırı usul vurarak çalışmasını ve ertesi gün gelmesini söylerdi.

Büyük bir eserin meşki neredeyse bir aya yakın sürerdi. Böyle meşke katılmış kişide usul en ufak detayına kadar yerleşir, bastığı perdeler ise kaymamak üzere sağlam hale gelirdi. Şu usulün şu dümüne şu hece geliyor, ‘düm-te-ke’ dediği zaman şu melodiye isabet ediyor, bu böylece satır satır çalışılıp yerleştiğinde, kusursuz olarak da ezberlenmiş oluyordu.”

Eserlerin usta-çırak ilişkisi içinde bu şekilde öğretilmesi ve öğrenilmesinde “meşk silsilesi” adıyla bilinen bir kavramdan da bahsetmek gerekir. Meşk silsilesi, bir çeşit müzikal şecere, soy ağacı gibidir.

Alaeddin Yavaşca da, kökü “Tanburi İshak”a dayanan bir meşk silsilesinin’ son halkasıdır.

Konserin ilk bölümünde Doğan Dikmen idaresinde şevkutarab makamından başlayıp acemaşiran, şedd-i araban, hüseyni, şehnazbuselik ve arazbarbuselik eserlerle devam eden “meşk”i dinledik.

ALAEDDİN YAVAŞCA KONSERİ

İkinci bölümde, Cinuçen Tanrıkorur’un “Bir benzerinin, kültür ve sanat hayatımıza yeniden ne zaman doğacağı belli olmayan san’atkar” sözleriyle tanımladığı Alaeddin Yavaşca Hoca’nın “kristal berraklığındaki benzersiz sesiyle, özenti şan tekniği soğukluğunun yerine eski gazelhan üslubunun sıcaklığını getiren asil tavrı” ile unutulmaz bir konser dinledik.

Hoca’nın ‘Hicaz medhal’i ile başlayan konserin ilk eseri Dr. Suphi Ezgi’nin lenk fahte usulündeki bestesi idi:

Baktıkca hüsn-ü anına hayran olur aşıkların
Geldikçe hicri yadıma nalan olur aşıkların

Zekai Dede’nin talebesi olan Dr. Suphi Ezgi, Alaeddin Yavaşca’nın da ilk hocasıdır. Yıllarca her pazar günü Dr. Ezgi’nin Beykoz’daki evine gitmiş ve ondan pek çok geçmiştir. Konserden bir hafta önce evinde ziyaret ettiğim Alaeddin Hoca “Bazen Suphi Hoca’nın keyfi olmaz ve meşk etmek istemezdi. Böyle günlerde, ‘Gel bugün beraber bir kahve içelim’ derdi.” diye anlatmıştı.

Konserin ikinci şarkısı Alaeddin Yavaşca’nın üç önemli hocasından biri olan Zeki Arif Atergin’in Türk aksağı usulündeki muhteşem bestesi idi:

Hicranla geçen günleri hasretle anarken
Pür lerziş-i sevda ile enginlere daldım
Manalı yeşil gözleri hülyamı sararken
Dünyaya değer vuslatın neş’esin aldım

Kemal Caba’nın ‘ipek gibi’ bir geçiş taksiminden sonra Saadettin Kaynak’ın düyek ve devr-i revan usullerindeki güftesi Şeyh Galip’e ait Isfahan şarkısını dinledik:

Fariğ olmam eylesen yüz bin cefa sevdim seni
Böyle yazmış alnıma kilk-i kaza sevdim seni
Ben bu sözden dönmezem devreyledikçe nüh felek
Şahit olsun aşkıma arz-ü sema sevdim seni

Vecdi Bingöl Saadettin Kaynak birlikteliğinden doğan hicaz makamındaki curcuna şarkı ile hüzünlendik:

Enginde yavaş yavaş günün minesi soldu
Derdim bana arkadaş bugün de akşam oldu
Gölgeler indi suya kuşlar vardı uykuya
Gurbeti duya duya bugün de akşam oldu
Su yürür fısıldaşır gider yare ulaşır
Yolcu yolda yaraşır bugün de akşam oldu

Türk musikisinin önemli bestekarlarından biri olan İsmail Hakkı Nebiloğlu’nun uşşak şarkısı:

Gizli derdim kalbimdedir onu ancak bilen bilir
Gece gündüz ben ağlarım göz yaşımı silen bilir
Sevda bir ateşten gömlek onu ancak giyen bilir
Sevdiğimi bir ben bir de şu kalbime giren bilir

1893-1965 yılları arasında yaşayan Nebiloğlu İsmail Hakkı Bey yedek subay olarak Kafkas ve Çanakkale cephelerinde vuruşmuş, bölük kumandanı olmuş; Keşan’da düşmanın topçu ateşinde gözlerinden rahatsızlanmış ve bir süre sonra da görme vasfını tamamen kaybetmiştir. Bunun üzerine musiki ile ilgilenmeye başlamış; annesinin de çaldığı uda heves etmiş ve kısa zamanda da ilerlemiştir. 500’den fazla şarkı bestelemişse de bunların çoğu notaya alınmadığı için yitip gitmiştir. Yegah makamındaki ‘Doldur ey saki bu em bezminde bir gün mey biter’ sözleriyle başlayan şarkısı musikimizin abide eserlerinden biridir.

Kendisi de o zamanlar Sultanahmet’te oturan Alaeddin Hoca’dan, kendilerine yakın bir evde oturan İsmail Hakkı Bey’i ölümüne kadar sık sık ziyaret ettiğini, bu ziyaretlerin birinde İnci Çayırlı ile birlikte olduklarını dinlemiştim.

Fehmi Tokay’ın Güftesi Rüştü Şardağ’ın olan günümüzde de çok sevilen ve söylenen beyati şarkısı gönüllere doldu. 1955 yılında Alaeddin Hoca’nın notaya aldığı bu şarkıyı radyolarda her zaman dinlediğimizden biraz daha farklı dinledik:

Benzemez kimse sana tavrına hayran olayım
Bakışından süzülen işvene hayran olayım
Lütfuna ermek için söyle perişan olayım
Bakışından süzülen işvene hayran olayım

Konserin son eseri ise Ziya Paşa’nın oğlu Hamdullah Suphi Tanrıöver’in de yeğeni olan, 40 yaşından sonra bestekarlığa başlayan Suphi Ziya Özbekkan’ın hüseyni şarkısı idi:

Hasretle zar-ü zar gönül.
Çeker firakı yar gönül
Gözünde gülizar gönül
Harabı intizar gönül

Bestekar hüzzam bir ilahiden sonra ikinci bestesi olan ‘Neden hiç durmadan sevmiş bu gönlüm, durmadan yanmış’ sözleriyle başlayan uşşak şarkısını Atatürk’e de okumuş ve çok beğenilmiştir. ‘Gücendi biraz sözlerine münfail oldu’ – ‘Semti dildara güzerin var mı safa’- ‘Bir gamlı hazanın seherinde’- ‘Dönsek mi bu aşkın şafağından’… gibi dünya durdukça unutulmayacak eserleri vardır.

Alaeddin Hoca konserini bitirdikten sonra, meşk silsilesinin bundan böyle Doğan Dikmen’le devam edeceğini söyledi. Doğan Dikmen de Hoca’nın ‘İnanıp kalbimi verdim de senin ellerine’ sözleriyle başlayan evcara şarkısını tüylerimizi diken diken edecek şekilde okudu ve Hoca’sının ne kadar haklı olduğunu da dünya aleme gösterdi.

Ahmet Rasim KÜÇÜKUSTA (23-04.2008)