Alaeddin Yavaşca ile sohbet...

“Biz konservatuvarı (İTÜ TMDK) 1975 yılında kurduk ve çok iyi sanatçılar yetiştirdik. Ancak yaş haddinden dolayı 2006′da ayrıldık. Sanatta insanın sağlığı yerindeyse, yaş söz konusu değildir. Bir sanatçının gözü görüyorsa, bilinci yerindeyse, davranışlarında bir arıza yoksa, o sanatçı kendisinden en çok yararlanılması gereken dönemdedir. Konservatuvardan 15 kişi ayrılınca 300 ders boşaldı. Boşluğu birileriyle doldurmaya çalıştılar. Sanatla doktor olmayı, sanatla hakimliği birbirine karıştırdılar. Tiyatroda da Yıldız Kenter böyle uzaklaştı konservatuardan.”

Müzik hayatına henüz 8 yaşındayken Batı Musikisi ve keman dersleri alarak başlayan ve o günden bu yana müzikten hiç kopmayan Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca bugün 81 yaşında. Yavaşca, kurucusu olduğu İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’ndan yaş haddi nedeniyle ayrılmak zorunda bırakıldığından beri, Haliç Üniversitesi’nde genç yeteneklere ders veriyor.

Bülent İpek: Geçmişte siz de Zeki Müren’le bir ses yarışmasına girmiştiniz. O yarışmada siz birinci oldunuz. Müren ise halkın ‘Sanat Güneşi’ oldu…

Alaeddin Yavaşca: Benim kulvarımla Zeki’nin kulvarı daha o zamandan farklıydı. O sahne müziğini düşündü. Bense mevsimlik konserler yapıyordum. Ben hiç gazino sahnesine çıkmadım.

B.İ. : Neden? Teklif almadınız mı?

A.Yavaşca : Çok teklif geldi. Müzeyyen Senar 1250 lira, Zeki Müren 1500 lira alıyordu. Bana 3 bin lira teklif ettiler. Ama kabul etmedim.

B.İ. : Peki nasıl oldu da siz değil de Zeki Müren ‘Sanat Güneşi’ olarak anıldı?

A.Yavaşca : Çünkü ciddi olan şeylerin anlaşılması zordur. Halk kendisinin anlayabileceği şeyleri esas alır. Halkın en çok anlayabildiği kişi de Zeki Müren olmuştur. O yüzden de onu ‘Sanat Güneşi’ yapmıştır. Bu takdir benim ölçülerimde normal değil. Münir Nureddin gibi bir adama ‘Sanat Güneşi’ demez de Zeki Müren’e dersen, bu işin perspektifi ayrıdır. Hakiki sanat; Klasik Türk Musikisi ayrıdır. Gazino işinin en üst seviyesi Zeki Müren’dir. Bizim güneşle, yıldızla, ayla alakamız yok. Biz sadece tabiat güzelliği olarak onlara bakarız. Biz sanatı sanat için yapan insanlarız.

B.İ. : Sanatı hiçbir zaman para kazanmak için yapmadınız mı yani?

A. Yavaşca : Hiçbir zaman! Bu artık benim şahsımda münakaşa götürmez. Ben birçok serveti reddetmişim. Reddetmeseydim bugün yatlarım, Londra’da, Paris’te evlerim olurdu. Bunu yapanların Türkiye’ye katkıları nedir, bunu da hesaplamak lazım. Biz fedakarlığı seçtik. Ben 2 meslek sahibiyim. Doktorluğum da var. 81 yaşındayım ve hala çalışıyorum. Çünkü kimseye muhtaç olmamalıyım. Ödün vermeyi sevmem. Benim için iç zenginlik önemli.

B.İ. : Sanatı para için yapmamanızda ikinci bir işinizin olmasının da etkisi büyüktür herhalde…

A.Yavaşca : Bu bir tercihtir. 45 yıl hekimlik yaptım. Hiçbir zaman gündemde kalma davam olmadı. Buna rağmen gittiğim yerlerde daima ilgi gördüm. Memleketim kadir kıymet biliyor. Ummadığınız gençler bile tanıyor beni. Parayla satın alınmaz bunlar. Mesela geçenlerde Swissotel’in yanındaki Vişnezade Cami Meydanı Sokak’a benim adımı verdiler.

B.İ. : Zeki Müren’in 2 katı parayla gazinoya çıkmayı kabul etseydiniz, bugün yine aynı noktada olur muydunuz?

A.Yavaşca : Yok, o iş biterdi o zaman. Bundan 20 yıl evvelki sanatkarı, bugün görebiliyor musunuz? Pek göremezsiniz. Oysa ben yine bulunduğum yerdeyim.

B.İ. : Günümüzde Türk Müziği söyleyenleri nasıl buluyorsunuz?

A.Yavaşca : Bu konuda isim vermem. Halka mal olmuş kişiler hakkında bir şey söylemek istemem. Ama ikili bir ayrıma gitmek lazım. Bir yanda kazanç için yapılan sanat var ki bunun için çok fazla bilgi sahibi olmaya gerek yok. Hareketleriyle, sempatiklikleriyle, güzellikleriyle isim yapanlar var. Bunlar da ayrı bir kabiliyet gerektirir. Bunlar gazinoda halkın hoşuna gidebilecek repertuvar seçerler. Ağır bir şey okumazlar çünkü okuduklarında gazinoya giden dinleyici onları anlamaz. Bence sadece güzellik yetmez. İyi ses ve yetenek şart! Biz okulda öğrencilerimize müziği ve iyi okumayı öğretiriz.

B.İ. : Sadece güçlü ses yeter mi peki?

A.Yavaşca : O da yetmez! Ayrıca bir sanatçının sesinin güzel olması bağırmasını da gerektirmez. Paris Konservatuvarı’nın kapısında, ‘Müzik bağırmak değildir’ yazar. Sanatçı sesini yerine göre kullanmalıdır. Öyle şarkılar vardır ki onları muhlis olarak söylemek gerekir.

B.İ. : Bülent Ersoy’u nasıl buluyorsunuz?

A.Yavaşca : Bülent Türk Musikisi’ni bilerek okur. İçinde bulunduğu ahval beni ilgilendirmiyor. O sahnedekilerin içinde müzik ve nota bilgisi açısından en dolu olanıdır.

B.İ. : Haseki Hastanesi’nin başhekimliğini yaptığınız dönemde Bülent Ersoy’a kadınlık raporu veren kurulun başında olduğunuz doğru mu?

A.Yavaşca : Raporu veren biz değildik. Mahkeme bizden muayene istedi. Ben de muayene ettim ve cevabımı yazdım. Ameliyatta yapıldığı söylenen şeylerin gerçekten yapılıp yapılmadığı soruldu bana. Ben de söylenen şeylerin yapıldığını belirttim. Benden ‘kadın mı erkek mi’ diye cevap istemediler. Sadece ‘Ameliyat yapılmış mıdır?’ dediler.

B.İ. : Muayeneden sonra Ersoy’la bir daha görüştünüz mü?

A.Yavaşca : Ben kendisini muayenede tanıdım. Ama sonrasında görüştük. Zeki Çetin’in Pınar Gazinosu’na gittiğimizde karşılaşırdık. Bilirim, tanırım ve severim onu. Bilerek okuyan biridir ve sahnede başarılıdır.

B.İ. : Türk Sanat Müziği modernize edilmeye çalışılırken bozuluyor mu?

A.Yavaşca : Türk Müziği’nin sistemi Batı Müziği’nin sisteminden farklıdır. Batı Müziği’ni bizim müziğimize uyarlamaya çalışınca bozarsınız. Bizim müziğimizdeki perdeler onların müziğinde yok. Modernize etmek müziğimizi bozar. Batı Müziği de kendi içinde çok zengindir. Onların müziğini de öğrenip dinlemeliyiz ancak kendi müziğimize uyarlamaya çalışmadan. Bizim müziğimiz kendi vasıfları içinde bir klasiktir zaten. Kültür düzeyimiz yukarı çıktıkça bunu anlayanların ve Klasik Türk Müziği dinleyenlerin sayısı da artacaktır bence.

Bülent İpek
28 Mart 1997 - Musiki Dergisi